Alvin bunun doğru olup olmadığını sordu kendi kendine. Aklı bir kere daha çöle, Diaspar’ın çevresindeki çemberini gitgide daraltıp onu gitgide çöl ortasında bir adaya çeviren sahraya gittikten sonra yeniden Yer Yuvarlağının bir zamanlar nasıl bir dünya olmuş olduğuna kaydı. Kıtalardan daha büyük masmavi suları, engin denizleri, okyanusları; dalgalan, altın gibi parıldayan sahilleri döven sonsuz okyanusları gördü. Kulakları bir kere daha bir milyon yıldan beri duyulmaz olmuş bir sesle çınlayıp bir kere daha dalgaların kayaları döven, sahillerde patlayan uğultusuyla doldu. Sonra da ormanlarla çayırları ve bir zamanlar dünyayı insanlarla paylaşmış, dünyada insan, oğluyla beraber yaşamış olan sayısız hayvanı anımsadı.
Ama bunlar bir düşten başka bir şey değildi artık. Okyanuslardan tüm geriye kalan da Yer yuvarlağını çepeçevre saran gri tuz çölleriydi. Bir kutuptan öbürüne uzanan tuz, kat kat tuz ve kum çölleriydi ve birgün Diaspan da yutacak olan bu beyabandaki tek aydınlık da Diaspar’ın ışıklarıydı ama bu üzerinden kuş uçmaz kervan geçmez beyabanın çok üstünde yıldızlar hâlâ parlamakta olduğundan, insanoğlunun artık yitirmiş olduğu bu dünya, bu unutulmuş yıldızlann yanında yine de önemsiz, yine de solda sıfır kalmaktaydı.
— Jeserac, bir zamanlar Loranne kulesine gitmiş, orada artık kimse yaşamadığı için de çölü rahat rahat seyredebilmiştim. Karanlıktı. Toprağı göremiyordum. Ama gökyüzü, renk renk ışıklar içindeydi. Bu ışıklar, hiç hareket etmeyen, yerlerinden hiç ayrılmayan bu ışıkları uzun zaman izledim. Bunlar yıldızlar, bu ışıklar da yıldızların ışıklarıydı değil mi?
Jeserac gitgide kaygılanmaya başlamıştı. Alvin’in Loranne kulesine nasıl gidebilip nasıl çıkabilmiş olduğu daha sonra araştırılacak bir konuydu. Şimdi asıl önemli olan gencin ilgi duyduğu şeylerle gitgide daha tehlikeli bir hal almaya başlayan merakıydı. Kısaca yanıtladı:
— Gördüklerin yıldızlardı. Bundan ne çıkar?
— Bir zamanlar yıldızlara gidiyorduk değil mi?
Jeserac uzun bir duraksamadan sonra cevap verdi:
— Dilinin altındakini çıkar.
— Yıldızlara gitmekten niçin vazgeçtik? İstilacılar neredeydi?
Jecerac ayağa kalktı. Yanıtı, yeryüzünden şimdiye dek gelip geçmiş olan tüm öğretmenlerin klasik yanıtıydı:
— Bu günlük bu kadar yeter. İleride, biraz daha büyüdüğünde bu konuda daha fazla şey öğreneceksin. Ama ileride. Şimdi değil. Zaten şimdi bile gereğinden fazla şey biliyorsun.
Alvin üstelemedi. Beklemesine gerek yoktu. Yanıt açık olduğu için gerek yoktu. Ayrıca Diaspar’da aklı oyalayacak pek çok şey olduğundan bu özlemi, tüm Diaspar’da sadece ona özgü gibi görünen, kendisi dışında hiç kimse duymuyora benzeyen bu garip özlemi aylar boyunca rahatça unutabilirdi.
Diaspar başlı başma bir dünyaydı. İnsanoğlu geçmişin yıkıntıları arasından çekip çıkarabildiği her şeyini, tüm hâzinelerini burada toplamıştı. Şimdiye dek gelip geçmiş tüm kentler Diaspar’a kendilerinden bir şeyler vermişlerdi. Diaspar’ın adı insanoğlunun artık yitirmiş olduğu dünyalarda daha istilacıların gelişinden bile önce nam salmıştı.
Diaspar, Altın Çağların tüm ustalığı, tüm ince sanatı zevkiyle inşa edilmişti. Altın Çağın bu saltanatlı, bu unutulmaz günleri sonuna yaklaşırken deha sahibi insanlar kente yeni bir görünüm verip kenti makinelerle, ölümsüz kılan makinelerle donatmışlardı. Bu sebepten de Diaspar hep var olacak, insanoğlunun ahfadım zamanın nehri üzerinde hep güvenle taşıyacaktı.
Diasparlılar belki de dünyada kendilerinden önce yaşamış olanlar kadar hallerinden memnun, kendi yaşam ölçülerine göre de kuşkusuz mutluydular. Milyonlarca asrın el emeği ile göz nuru Diaspar’ın debdebesine adanmış olduğundan, uzun ömürlerini hiçbir zaman aşınmamış güzellikler içinde geçirmekteydiler.
Burası, asırlardan beri mültefit, nazlı bir gerileme dönemi içine girmiş olan bu dünya, Alvin’in dünyasıydı ve şimdiki zaman geçmişi unutturacak kadar göz kamaştıran bir zaman olduğundan Alvin henüz bu gerilemenin farkında değildi. Değildi çünkü gençliğinin uzun asırları giderek tükenmeden önce öğreneceği, yapacağı o kadar, o kadar çok şey vardı ki.
Alvin’i ilk çeken sanat dalı Musiki olmuş; bir süre birçok çalgıyı deneyip öğrenmeye çalışmıştı ama bu en eski sanat dalı öylesine karmaşıktı ki tüm inceliklerini öğrenmesi rahat rahat bin yıl alabilirdi. Bir dinleyici olabileceğini, ama asla bir çalgıcı, hele hele besteci olamayacağını nihayet anlayan Alvin sonunda Musikiden vazgeçip bu konudaki düşlerini kalbine gömmüştü.